29 Mayıs 2009 Cuma

Sorular mı?

günün fon müziği 1 günün fon müziği 2

Ders çalışmak nasıl bir şeydi yahu? Vizelerin üzerinden en fazla 1 ay hadi bilemedin, 15 gün daha geçmedi mi? Onlara çalışan da, o notları alan semu değil miydi? Hiçbir şey anlamadım gerçekten bu işten. Bu final tatili dedikleri zımbırtının her günü "boş gezenin boş kalfası" olmam yolunda beni cesaretlendiriyor gibi. Her gün sanki cumaymış gibi geldi bu sefer derken cumaya gelmişiz zaten. Tüm bir hafta boyunca tek bir kelime okudum mu dersle ilgili, hayır. Yani finaller olmayacakmış gibi davranmaktayım halen. Bugün fora'nın eşyaları tamamen taşındı bizden demek okulu bitiyor bu yıl, e bitecekmiş gibi mi davranıyorum ben, hayır. O eşyaların geçmiş bir eylülün erken bir vaktinde kargoyla geldiği günleri dün gibi hatırlamak ama 2 hafta sonrasının ne getirdiğini görememek, görmek istememek belki, ne tuhaftır. Bu hallerdeyik işte. Çokça selam ederim fora'ya; kendi hallerimizde, uzaklarda aynı şeylere kızıp aynı şeylere üzüldüğümüzü, sevindiğimizi bilmenin güzelliğiyle..

Bugün de böyle geçti mi, geçti.


25 Mayıs 2009 Pazartesi

fukaranın güncesi 1

bir kira günü daha geldi çattı a blog.. ve hiçbir kaynak yok elimizde! ev sahibimiz anlayışlı sağolsun, geçen ay yaklaşık 20 gün geciktirmiştik, "olur böyle şeyler" demiş idi. sadece bununla kalsa iyi blog kira kadar -muhtemelen daha da fazla- fatura var ödememiz gereken. netimiz kesilirse ben sana internet kafelerden de yazarım. güzelim öğrencilik yıllarını konserler yerine evde müzik dinlemekle, kafede içilecek çayın hesabını yapmakla vb geçirdiğimize mi yanayım; yaşamsal ihtiyaçlarımızı bile karşılayamamamıza mı; 3-5 doğurun deyip de suyumuzu keserek benim suyumu benden esirgeyen hükumete mi.. çok uzayacak muhterem blogum çook, yazarsam...
geçen düşündüm de bazı babama kızardım parasız günlerimizde, bu kadar mutsuz olacak ne var derdim; kuru ekmek yeriz, okula yürüyerek gidip geliriz gerekirse deyip abartırdım bile. ama sanırım yavaştan anlıyorum üzülmekte, sıkıntı yapmakta haklıymış. ömür geçmekte eğlenceyi salla da suyunu kesiyorlar, elektriğini paran yok diye, burs bile vermiyolar 3 dersin kaldı diye.. yok artık şaka diyorum rüyamda..
olsun bizim kedimiz var artık. fukarayız ama onun adı birgün içeceğimiz bir şaraptan geliyor: grigio
(umudumuz mu var sanki hala blog; ne dersin?)

23 Mayıs 2009 Cumartesi

Sonrasını Biliriz

Bu çaresizliği tanıyorum ben. Bu düpedüz bir çocuk çaresizliği. Ne mutlu ki bir çocuk hala.. kimseyi derinlemesine incitmedi, yan gözle bakacak fırsatı bile olmadı daha dünyaya ve halen gözyaşlarını engellemeye çalışmıyor.

Bu çaresizlik ki olağanüstü bir durumla karşı karşıyayken, şaşkın ama farkında değilken yaşadığı saçmalığın, halen daha saygıda kusur ettirmez hocalarına.. en isyan etmen gereken anda bile susturur bu çaresizlik.. -sen de böyle düştün di mi bu dünyaya küçük velet.. doğuştan pısırgan..- evet bilirim bu çocuk çaresizliğini.. Hocaları onu yarım yamalak savunurken anlayabildi belki biraz yaşadığının ciddiyetini ama gördü ki üniformadan korkulacak illa ki, bunu da bir kez daha pekiştirdi. Gözü morardı, içlendi, hırslandı, utandı.

Ben de utandım çok.


Ben bu çocuğu da tanıyorum.. Bu çocuk 2000lerin başlarındaki suç oranları istatistiklerini oluşturacak çocuk tarihte. Bu çocuk o uzm çavuşun oğluna pandik atacak, kızına tecavüz edecek çocuk. Koca olursa birgün karısına aynı yumruğu indirecek olan yetişkin olacak. Öğretmen olursa uzm çavuşun torununu yumruklayacak olanından derste. Doktor olursa şayet, emekli ordu mensubu sıradayken kahve molası verecek olanından. Hani bu, çavuşun torununun çocuğunun babamlar da ne çekmişler doğularda diyeceği çocuk..


Bu nefreti tanıyorum. Bu nefret “senin tenin kara bana bulaşma” nefreti.. Hiç basit değil bu nefret. Çocukların futbol oynarken birbirlerine tekme atmaları nefretinden de değil.

Umarım bu gözünden yaşlar damlayan çocuk başka zaman ve mekanlarda başka birisine akıttırmayacak o gözyaşlarını.. hesabını böyle sormayacak umarım.

Sonrası, “sonrasını biliriz..” semu


Sonrasını Biliriz

Siz geçip gidersiniz;
Açık yaralar gibi
Kalır kıyılarımızda
Ayak iziniz.

Biz bir darlığı
Tam düze çıkardık...
Derken kapılarda siz.

Bir uzak yakınlığı
Eğreti ve güvensiz,
Kuşanıp gelirsiniz.

Sunmak elde avuçta
Ne varsa,
Bari işe yarasa;
Sonrasını biz biliriz.


Şükrü Erbaş

15 Mayıs 2009 Cuma

OYUNCAK DÜNYA

Oyuncak Dünya

Oyuncak dünya oyuncak dünya
Bu oyun çok kolay sen de oyna
Kır ve dök, yap ve boz
Yeniden basla
Hepimiz çocuklariz aslinda

Kimisi askercilik oynar
Kimisi hirsiz ve polis oynar
Kimisi evcilik oyunu oynar
Ben de müzisyeni oynarim simdi

Bazi çocuklar hiç uslanmazlar
Onlar hep oyunbozan oldular
Durmadan üzdüler diger çocuklari
Hep bozuldu oyunun kurallari

Kimisi saklambaç oynar
Kimisi kovalamaca oynar
Kimisi doktorculuk oynar
Ben de müzisyeni oynarim simdi

YAVUZ ÇETİN

Not: Elbette bu kadar değil....daha sonra uzun bir yazı gelecek. Vee çok şey var söylenebilecek...!!!

12 Mayıs 2009 Salı

CEMAL SÜREYA


Onun şiirlerini okumak; ıhlamur ve tarçın kokusunun karışması, Ankara'nın sokaklarında soğuk bir kışa girerken içinin titremesi, İstanbul'da denize karşı çay yudumlarken yanına sigara yakmak, dar, arnavut kaldırımlı bir sokakta sonbaharın mavi ipek kış çiçekli ağaçlarının üzerinde yarattığı zorunlu hışırtının yüreğini çizmesi, küçük bir çay bahçesinde martılarla simit paylaşmak, siyah beyaz fotoğraflara bakıp bir kadına aşık olmak, bir dilim ekmeğin ve iki zeytinin başına doymak, sevgiliyle karaköyde yürürken gökyüzünün kendini ikiye bölmesi, sesine uykusuz türkçenin yer etmesi, çarşamba olmak kimi zaman cuma, afrikanın dahil, afrikanın hariç olması, önceleyin demek, utancını duvara asmak, masanın üzerine koymak kuralları, afyon garında küçük bir kızı pabuçlarını çıkarırken anımsamak, babanız öldüğünde kör olmak, keşke yalnız bunun için sevseydim seni diyebilmek gibi...CEMAL SÜREYYA gibi...arkadaşıyla ismini değiştirmek üzere girdiği bir iddiada soyadındaki iki 'y' den birini kaybetmesi gibi...CEMAL SÜREYA gibi...


AŞK
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.
Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler.
Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin
Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık
Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun ötmüştü
Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti
Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz
Sanki hiç olmamıştı

Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu
Şurda senin gözlerindeki bakımsız mavi, güzel laflı İstanbullar
Şurda da etin çoğalıyordu dokundukça lafların dünyaların
Öyle düzeltici öyle yerine getiriciydi sevmek
Ki Karakoy köprüsüne yağmur yağarken
Bıraksalar gökyüzü kendini ikiye bölecekti
Çünkü iki kişiydik

Oysa bir bardak su yetiyordu saçlarını ıslatmaya
Bir dilim ekmeğin bir iki zeytinin başınaydı doymamız
Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük
Yüzünün bitip vücudunun başladığı yerde
Memelerin vardı memelerin kahramandı sonra
Sonrası iyilik güzellik.

CEMAL SÜREYA

tek mikrofon :)

şu iki güzelliğe bakın hele. bu ikilinin konuşur gibi söylediği bu müthiş şarkı dertlerine deva olmuş mudur kendilerinin, birilerinin ya da dünyanın.. esen yel bilir bunu da elbet..
ama bu görüntü kazınmış tarihe artık silinmemek üzere, onu da ben bildim :)


8 Mayıs 2009 Cuma

odamız, evimiz, dünyamız...

"Yüreğim gövdeme sığmıyor
Gövdem odama
Odam evime sığmıyor
Evim dünyaya
Dünyam evrene sığmıyor" der Aziz Nesin. Çocukken de böyle değilmiydi mutluluklarımız ya da (o küçük) acılarımızla
sığamazdık ne
ne odalarımıza ne evimize. Ve sonra (malesef mi iyi ki mi bilemediğimiz) dünyayı tanıdık yavaş yavaş, çıkamadığımız bir yer daha keşfedildi işte başarıyla... harekete geçme ve belki dünyayı daha iyi tanımak için, içine daha da sığamamak için paylaşma zamanıdır. hoşbulduk :)

dünya dar ve dünyadar

Bazen çok konuşmasak da çokça düşünürüz biz. İşte belki de tam bu yüzden dünya fazlasıyla dar gelir. Sonsuz bir gitme isteğiyle dolar dolar boşalamayız. Hem zaten nereye gidebileceğizdir.

Soru yağmurlarında boğuluruz, kendimize sorduğumuz sorularda en çok.. Zaten yanıtını bildiğimiz sorular değil midir en çok canımızı sıkan; bildiğimiz ama uygulamak istemediğimiz..

Hayatın formülasyonlarına itiraz etmekle başlayalım bakalım.. Sözle de yetinmeyip yazalım, yaşayalım.. Gördüğümüz her şeye inanmayanlardanız biz.

Bu da böyle bir paylaşım blogu olsun bakalım. Hoş geldiniz, hoş bulduk.. :)